Sydney Sage bir Simyacı. Büyüyle uğraşarak insanların dünyasıyla vampirlerinki arasında köprü görevi gören, vampirlerin sırlarını ve insanların hayatlarını koruyan bir grubun üyesi. Sydney derinden sarsıldığı yasak bir anın sonrasında, Simyacı öğretileriyle kalbinin arzuları arasına bir çizgi çekmeye çalışıyor. Sonra nihayet, ele avuca sığmaz ve büyüleyici Marcus Finch'in izini buluyor. Marcus, teşkilatın varlığını reddettiği eski bir Simyacı ve artık hayatını bir kaçak olarak sürdürüyor. Sydney, Marcus'un yardımıyla, hayatı boyunca sadık kaldığı grubun, gerçeği kendisinden gizlediğini fark ediyor. Altın zambak dövmesinin Sydney'in üzerinde sandığından daha büyük bir etkisi olabilir mi? Sydney yaşadıklarıyla uzlaşmak için çabalarken, bir yandan da, giderek artan büyülü güçleriyle, genç ve güçlü cadıları hedef alan şeytani bir büyü kullanıcısının peşine düşmek zorunda kalıyor. Büyü yapmak şimdiye dek öğrendiği her şeye ters, ama tek umudu bu özelliğini kucaklamak, yoksa sıradaki kurban bizzat kendisi olabilir. Yolunu çizmek Sydney için sandığından da zor. Ama belki mantığının yerine kalbini dinlerse, nereye ait olduğunu bulabilir...Orjinal Adı : The Indigo Spell
Goodreads Puanı : 4.46 (51,428 oylama)
Seri Sıralaması : Kanbağı (Bloodlines) Serisi #3
Yayınevi : Artemis Yayınları
Sayfa Sayısı : 432 sayfa
Etiket Fiyatı : 20 tl
Serinin ilk kitabının yorumu için buraya tıklayın.
Serinin ikinci kitabının yorumu için buraya tıklayın.
***
Yorum serinin ilk iki kitabını okumayanlar için spoiler içerir!
Serinin ikinci kitabından hatırladığımız Marcus bu kitapta ana karakterlerden biri olarak karşımıza çıkıyor.
Simyacıları terk etmesi başından beri Sydney'nin dikkatini çekmişti zaten. Kısa çaplı bir araştırma sonucu Sydney , Marcus'u buluyor ve istediği cevapları alıyor. Ne yazık ki Marcus hiçte sandığı gibi "hayalleri olan bir asi" değil.
Bir de başına tarih öğretmenin ablası -Verona- musallat oluyor. Genç kızların güzelliğini büyü yolu ile çalan bir cadı olan Verona , Sydney'e ulaşmadan durdurulmalı. Peki bunu kim yapacak? Tabi ki , Sydney.
Spoiler bitti!
Kitap, beklediğimin aksine beni tatmin etmedi. Bunun nedeni olaylarının sonucunun tahmin edilebilir oluşuydu. Birileri saldırıyor , ana karakter saldırıların hepsini def ediyor , mutlu sonla kitap bitiyor. Klasik Richelle Mead kurguları. Yine de beni az da olsa heyecanlandırmasını tercih ederdim.
Kitabın başlarında Sydney'in davranışları da beni sinir etti. Duygularına bir türlü karar veremedi. Adrian'a aşık mıyım , değil miyim? Sürekli ikilemde kalması okuyucuyu bir süre sonra yoruyor. Keşke daha hızlı karar verseydi.
Yazar , Adrian-Marcus-Sydney aşk üçgeni yapmaya çalışmış. Ne yazık ki başarılı olamamış. Marcus'un Sydney'e olan ilgilisini çok yapmacık buldum. İlla ki Adrian'ın kıskanması gerekiyorsa yazar bunu Trey ile yapabilirdi.
Hoşuma giden yanları ise kitaba cadıların dahil olmasıydı. Cadı meclisleri , büyüler derken kitabın kötü yanlarını unutuyor insan.
Yorumu güzel bir alıntı ile bitireyim..
"Benim hakkımda istediğini düşünebilir ya da yapabilirsin," dedi Adrian, benim kendimle çelişen düşüncelerimden habersiz.Tuhaf bir şekilde sakindi. "Ben seni umutsuzca sevmeye devam edeceğim."
Puanım : 4/5
Bu serinin kapaklarıyla o kadar dalga geçtim ki.. Artemis kendini baya aştı.. Photoscape'ten yapılmış gibi, acemi shopperlar bile daha iyisini yapıyor. Sırf kapak için almayabilirim yani..
YanıtlaSilHadi o arka planla uyumsuzluğu geçtim, mankenlerin tipsizliği aştı ya :D Orjinal kapaklar da böyle bir de -_- Richelle bu kapakları onaylarken ne düşünüyor bilmiyorum. Adrian bu yüze sahip değil benim aklımda :)
YanıtlaSil